Sonda söyleceğimizi başta söylerek başlayalım. Devrim Arabaları kendini izletmeyi başaran bir film. Dramanın temel unsurları üzerinde sade ve dolaysız bir anlatımı tercih etmesi sürükleyici bir akış üretmesini sağlamış.
Yakın tarihimizin çarpıcı bir hikayesini konu alan Devrim Arabaları ilk Türk otomobilinin yapım sürecini tüm unsurları ile anlatırken, trajik sonuna rağmen bu süreci bir "başarı" ya da "kazanım" olarak sunmayı tercih etmiş.
Her şeyden önce bir dönem filmi ile karşı karşıyayız. 1961 de geçiyor hikaye. 27 Mayıs darbesinin hemen sonrasında ve askeri cunta altında yönetilen bir ülkede...Filmi bu noktadan sonra yönetmeni üzerinden değerlendireceğiz. Tolga Örnek sinema dünyasına belgesel ile adım atmış "Hititler" ve "Gelibolu" gibi önemli yapımların altına imzasını atmış bir yönetmen. "Devrim Arabaları" yönetmenin ilk kurmaca ve uzun metraj deneyimi oluyor. Filmin bir dönem filmi olduğunu düşünecek olursak yönetmenin söz konusu dönemi nasıl algıladığı sorusu çok önemli. Çünkü filme kimliğini veren bu algı oluyor sonuçta.

Filmde rahatsız edici temel şey de yönetmenin hikaye ettiği bu dönemi kavrayışı oluyor. Şöyle anlatalım. Bu bir dönem filmi ve anlatılan dönem darbe yıllarını içeriyor. Ama filmin çok temelinde ve kesinlikle yönetmenin subjektivizmi dahilinde darbenin ve askeri cuntanın onure edildiğini görüyoruz. Bunun öyle çok gizli ya da kapalı şekilde yapıldığını da söyleyemeyiz. Açıkça yapılıyor maalesef. Çok ilginç bir örnek vermek gerekirse; Çağan Irmak'ın Babam ve Oğlum filminin giriş sahnesini hatırlayalım. Kahramanımız doğum yapmak üzere olan karısını sokaklarda sırtında taşımaktadır, karısı kollarında sokağın ortasında ölüp kanlar içinde yatarken, çaresizlik içinde yanlarından geçen askeri cemselere bakmaktadır. Bu bir darbe resmidir ve darbeler dünyanın hiç bir yerinde daha masum daha "iyi" değildir. Bu ülkede hiç değildir..."Devrim Arbaları"nde ise kahramanımızın karısı doğum yapmak üzeredir ve kadını evinden alıp hastaneye askeri bir jeep'le askerler götürmektedir, hem de büyük bir nezaket içinde...Yönetmenimizin darbe resmi de bu işte! Bu detay örnek değil tabii mesele. Filmin hemen her sahnesine sinmiş bir şeyden söz ediyoruz. O da şu: Bu ülkede iyi olan herşeyi askerler yapar kötü olan herşeyi de siviller...Zaten Devrim arabalarının yapım emrini de Cemal Gürsel (dönemin Genelkurmay Başkanı ve Devlet Başkanı) vermiştir. Dİğer yandan da film boyunca siviller bu projeyi engellemek için uğraşır. Ki bu nokta da ayrı bir eleştiri konusudur. Filmin "kötü adam"ları sahiden çok zorlama olmuş, inandırıcı değil kesinlikle. İnsan sırf "sivil" olduğu, "asker" olmadığı için kötü olursa bu kadar oluyor demek ki!
Film eğer 1965'te çekilmiş olsaydı belki yönetmenin bu tavrını bir nebze anlayabilirdik ama 2008'deyiz ve sayısız darbe ve askeri müdahale yaşanmış bir tarihe sahibiz. Artık şunu görecek tarihi perspektif ve referanslar var önümüzde. Bu ülke hala kendi otomobilini yapamamış sanayisini kuramamış ise bunun en önemli nedenlerinden biri 10 yılda bir yaşadığı darbeler ve bu nedenle gelişmeyen sivil iradesi değil midir? Filmin tercihini darbeden yana kullandığını ve bunu olabildiğince seyirciye de "itelemeye" çalıştığını rahatlıkla söylebiliriz maalesef. Bu nedenle yönetmenin kurmak istediği Yeşilçam menşei drama havası yapay kalıyor. Bir başarı ve azim öyküsü anlatılıyor ama hiç de naif gelmiyor bu nedenle. Kısacası Devrim Arabaları hikaye ettiği çarpıcı ve etkili öyküye giydirmeye çalıştığı poitik kimlik nedeniyle sınıfta kalıyor öncelikle.
Devam edelim, bütün karakterlerin asker sivil ve teknokrat bürokratlardan oluştuğu bir film Devrim Arabaları. Yönetmenin bir general çocuğu olduğunu düşünecek olursak olursak bunun sebebini anlayabiliriz. Anlayamadığımız şey şu ama bir dönem filmi sadece elit bir kesmin dünyası üzerinden ne kadar anlatılabilir. Anlatılan şey o dönemi ne kadar ifade edebilir. Ama karakterlerin hikaye içine yerleşimi ve sunumu gayet rafine. Öykünün gelişimi ve kurgusu ile karakterlerin kişisel dünyası dengeli bir yol izliyor. Biri diğerini perdelemiyor.
Filmin finali için "mutlu son" denemez kesinlilkle ama "acı son" da denemez tam olarak. "Devrim" yürüyor ve proje amaçladığı sonuca ulaşıyor ama arabaya benzin koymayı unutan bir "şark" kafasından bahsediliyor filmin sonunda. Bu noktada şunu düşünmeden de edemiyor insan, bu kadar tepeden inme bu kadar dayatıcı bir ortamda çalışılmamış olunsaydı o benzin unutulur muydu yine? Arabada benzin olmadığını farkeden mühendislerin telaşı ve korkudan bunu söyleyemedikleri ve yine korkudan Cemal Gürsel'in benzinsiz otomobile binmesine göz yumdukları sahne aslında yönetmenin kendini red ettiği sahne olmuş. Böyle bir korku ve iradesizlik içinde hangi başarı hangi sanaayi...

Filmin oyunculukları genelde başarılı. Taner Birsel kesinlikle üstüne düşeni hakkıyla yapmış yine. Yönetmen belgeselden gelen yönetmenlerin oyuncu yönetiminde yaşayabileceği zayıflıkları yaşamamış kesinlikle. Haluk Bilginer ve Altan Erkekli kısa birer prestij rolüyle görülüyor sadece ama bu da güzel bir tat bırakıyor filmde. Mekan ve canlandırmalar genelde başarılı ama filmin final sahnesindeki efekt ve figürasyon sahiden çok başarısız ve amatörce duruyor. Bu sahneye kadar başarılı bir sanat yönetimi olduğunu düşünmüştük oysa. Kamera kullanımı ve kurgu ise gayet temiz sade ve dolaysız. Film bu konularda genelde başarılı zaten. Kaybettiği nokta yönetmenin tavrı. Bu ülke ve yakın tarihi üzerine durduğu yeri, filme misyonerce bir politik kimlikle dayatması.
Devrim Arabaları için söylenebilecek son şey sinema dili anlamında "hikaye anlatmayı" tercih eden tavrıdır. Başı, gelişimi ve sonu olan güçlü öyküler anlatan filmlere ihtiyacımız var çünkü. Bir dil yaratma sorunumuz varsa eğer önce hikaye anlatmayı öğrenmeliyiz. Devrim Arabaları bu anlamıyla bir "hikaye" anlatmayı seçmiş. Yakın tarihimize ve sürükleyici hikayelere ilgili sinemaseverlerin dikkatine...

|