
Tatil Kitabı son dönem Türk sinemasının izlediği yoldan yürüyen genç bir film. Beklentilerimizin yüksek olması filmi eleştirirken ve değerlendirirken çıtayı yüksek tutmamıza neden oluyor açıkçası. Öncelikle nedir son dönem Türk Sinemasının izlediği yol ? Buna kısaca "Kasaba Estetiği" diyelim. Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Ahmet Uluçay, Reha Erdem, Özcan Alper v.s. gibi yeni dönemin bilinen bilinmeyen birçok yönetmeni kasaba gerçekliğinin sosyal ve psikolojik yapısı üstüne kuruyor hikayelerini. Seyfi Teoman'ın "Tatil Kitabı" da bu yolda yürümiş diyebiliriz rahatlıkla. Bu nedenle bu yazıda sadece "Tatil Kitabı" değil, sözünü ettiğimiz bu "yol" üstünde de durmaya çalışacağız.
Sinema bir fikir sanatıdır. Endüstriyel ve kollektif bir kimliği vardır. Ama herşeyden önce bir kimliği vardır, olmalıdır. Bu kimlik etnik, kültürel, sosyal, coğrafik düzeyde tarihsel referanslarla oluşur ve bir dile estetiğe dönüşür. Uzakdoğu Sinemasının tarihi minyatür sanatı ve müziği ile, İran Sinemasının tarihi Fars şiiri ve edebiyatı ile, Rus - Sovyet Sinemasının büyük Rus edebiyatı ile kurduğu ilişki bu sinema geleneklerinin yarattığı dili ve estetiği direk etkilemiştir. Yani sinema gelenekleri salt kişisel deneyimler üstüne kurulu değildir. Kişisel sinema dediğimiz yapılarda bile bu etkenler gösterir kendini. Burda soru şudur; biz kendi sinema geleneğimizi neyin üstüne kuruyoruz, kurmalıyız? "Kasaba Estetiği" dediğimiz yapı bu noktada bize sinema geleneği anlamıyla bir yol olabilir mi? Türk Sineması yada Türkiye Sineması tarihi referanslarını hangi kaynaklara yaslamalıdır? Bu kaynakların bizi götüreceği yer "kasaba" mıdır? Sorular çoğaltılabilir ama esas olan şudur sanırım; son dönem yönetmenlerimizin izlediği yol üstünden nasıl bir gelenek yaratıyoruz ve bu "gelenek" gerçek mi sahici mi?
.jpg)
Yanıtları bu yazıya sığdırmak mümkün olmadığı gibi bu soruların bugün üstünden net ve mutlak bir yanıtı da yok tabii ki. Ama şunu söylemek gerekiyor, içinde olduğumuz "şimdiki zaman" şimdiyle sınırlı değil hiç bir zaman. Tarihin ve uygarlığın en eski merkezlerinden olan Anadolu ve Mezopotamya'da yaşıyoruz, bu geleneğin mirasçısıyız. Binlerce yıllık geçmişi olan sayısız kente sahibiz. Yani bize dair olanı salt şimdiki zamanla değil zamanın tüm gövdesini görerek anlayabilir estetize edebiliriz. Şahsen kasabının sinemamızda bu denli ağırlıklı bir yere sahip oluşunu çok da gerekli bulmuyorum. Bu eğilimin dayandığı tipolojinin çözümlenmesi gerekiyor. Sanırım şehirli ama şehri benimseyememiş kalbi kırık adamın sinemasından söz ediyoruz. Belki de sorun burdadır. Bizim daha iddialı bir tipolojiye ve onun sinemasına da ihtiyacımız var. Tarihi olarak bu perspektifle yaslanabileceğimiz çok güçlü değerler olduğu da söylenebilir rahatlıkla. Yılmaz Güney bu nedenle nostaljik ve romantik bir anı olmaktan çok daha fazlası bizim için.
Konumuza "Tatil Kitabı" üzerinden devam edelim. Film, kasabanın küçük ama dokunaklı dünyasının içine dolmuş küçük hikayelerle ilerliyor. Kahramanımız küçük Ali ve ailesi etrafından bakıyoruz "kasaba"ya. Hikaye Silifke'de geçiyor. Film bittiğinde kafamıza bir cümle ya da spot çakmıyor ama tam olarak tanımlayamadığımız kırık dökük bir duygu bırakıyor içimizde. Bilemem, belki de budur yönetmenin istediği. Hikayenin akışında rahatsız edici bir ritm ve kurgu sorunu var. Filmin masada biraz daha işlenmesi gerekiyordu belki de. Kasabaya dair diğer filmlerden de bildiğimiz "hiçbirşeyi değişteremeyiz, engelleyemeyiz" duygusu burda da baskın. Değişmek isteyen ya da değişmek istemiş ama başaramayan hayatlar ve kaderler. Sonra ani bir ölüm. Sonra herşey devam...
.jpg)
Filmi başarılı kılan şey onu dokunaklı da kılmış. Dört erkeğin (Kahramanımız Ali, ağabeyi, babası ve amcası) hayatlarının toplamda birbirini tamamlayan birbirine ayna olan döngüsü güçlü bir anlatı oluşturuyor. "Hiç bir yere çıkmayan merdiven" gibi bir yere varamayan umutsuz dört hayat. Denemiş ama yenilmiş amca, istemediği bir hayata zorla sürülen ağabey, giderek kendi babasına benzemiş baba ve bunlar arasında parçalanan Ali...Film tüm o dokunaklı masum ve naif yapının arkasında ne kadar sert ve umutsuz değil mi? Ama dediğimiz gibi kurgudaki sorunlar elini kolunu bağlıyor bazen seyircinin. Oyunculuklar çok başarılı değil maalesef. Taner Birsel ve küçük kahramanımız Tayfun Günay dışında vasatı aşan yok gibi. Kamera kullanımı da filmi yer yer durağan kılmış.
"Tatil Kitabı" giderek gelişen kasaba sinemasının son halkası olarak bu geleneğe yeni birşeyler katmıyor ama gerisinde de kalmıyor kesinlikle. Sezonun en önemli yerli yapımlarından birisi olması bile izlenmesi için yeterli bir sebep. Ama bu "kasaba olayı beni sıktı artık" diyenler uzak dursun, daha da sıkılacaklar yoksa.


|